Mar 16, 2013

'Aşkımı kalbime gömerim, olur biter'


'Aşk Kırmızı'da bir eskort kızı canlandıran Nurgül Yeşilçay'la film               vesilesiyle  buluşup biraz erkekleri çekiştirdik. Yeşilçay'ın                      kıskançlığa, aldatan  erkeklere bakışı genel olarak şöyle:                                      "Şu saatten sonra hiç uğraşamam!"

‘Aşk Kırmızı’da bir eskortu canlandırıyorsunuz. Nasıl hazırlandınız?
 Bu sefer çok hazırlanmadım açıkçası. Setten beş gün önce buluştuk Osman Sınav’la zaten, onun kafası da karakter de çok netti. Neredeyse en az çalıştığım proje olmasına rağmen çok rahat geçti set. Karakteri de hiç eskort tarafından almadım ben, âşık bir kadın olarak düşündüm Nazlıgül’ü. 
Neden evet dediniz bu projeye?
 Ben aşk filmi izlemeyi çok seviyorum. Çekmeyi de çok seviyorum o yüzden. Kadının çok dürüst olması, hâlâ saf bir tarafının olması, çok profesyonel olması, işi ve özel hayatını ayırabilmesi çok hoşuma gitti. Hani bizim de hep yapmak istediğimiz şeydir ya... Çok iyi niyetli, saf ve temiz, net, çok sevdim Nazlıgül’ü ben. 

Sizin de öyle net bir yanınız var sanki...
Ben de entrikayı filan hiç sevmem, küçük oyunlardan nefret ederim. 
Bir aşk üçgeninin içinde kalınca belki değişiyordur durum... 
Bilmiyorum hiç başıma gelmedi. Geldiyse de ben bilmiyorum. Ben öyle telefon, bilgisayar filan kurcalamam. 

Gerçekten umursamadığınız için mi yoksa gerçekle yüzleşmekten korktuğunuz için mi? 
Olabilir! Ben yüzleşmeyeyim de ne yaparsa yapsın diye düşünüyor olabilirim. Ama zaten sezersin herhalde öyle bir durumu... 

Peki bir aşk üçgeninin içinde kaldığınızı varsayalım, ne yaparsınız
Hiçbir şey yapmam. Hemen koparırım o adamla bağımı. Onunla mı uğraşacağım şu saatten sonra! Hayat çok kısa. Aşkını kalbine gömersin, olur biter. 
Oluyor mu ki öyle? Ne olacak yani, adam aldatacak, aldatacak, tekrar ona mı döneceğim? Mümkün değil. Çok klişe buluyorum böyle şeyleri. Hem zaten öyle bir noktada sevgi filan biter. 

İlişkilerinizi de böyle net mi yaşıyorsunuz yoksa, şalterler atınca mı netleşiyorsunuz? 
Kadın-erkek ilişkilerinde o kadar açık sözlü olmayı doğru bulmuyorum aslında. Şu açıdan, örneğin erkek kötü espri de yapsa gülmek gerek bence. Onu mutlu etmek gerek ki, sen de mutlu olasın. Ben bunun çok yararını gördüm! 

Sonradan “Bari o kötü esprilerine gülmeseydim!” dediğiniz olmadı mı? 
Henüz demedim. Dersem bu röportajı hatırlayacağım ama. (Gülüyor) 

Yine filmden hareketle sorayım, aynı anda iki kişiyi birden sevmek mümkün mü?
 İki adamı birden sevmek ne demek ki? Âşıksan zaten karşındakinin her şeyini seviyorsundur, salak esprilerini de seviyorsundur, kötü giyimini de dağınık saçını da... 

Kıskanç biri misiniz peki? 
İlişkilerimde kıskancım aslında. Ama aldatılma durumunda iş değişir. Ne yapacaksın, o saatten sonra kıskansan ne olacak? Bitmiş işte. Güle güle diyeceksin. 
Sizde genel bir “şu saatten sonra hiç uğraşamam” tavrı seziliyor. Bu seviyeye genelde çok ‘uğraştıktan’ sonra geliniyor, sizde de böyle mi oldu, yoksa hep böyle miydiniz? 
Annemi, babamı kaybettim, iyi gitmeyen bir evlilik yaşadım, bitirdim. Daha ne olabilir diye düşünüyorum bazen. Allah başka acı vermesin diyorum sonra da öyle bir babaanne tarafım var. 

Başka hangi durumlarda ortaya çıkıyor içinizdeki babaanne? 
Film izlerken mesela! Aman kızım, bu adam seni üzecek, gitme onunla filan diye konuşuyorum karakterlerle. Ama Adana ’da Altın Koza jürisinde Ferzan Özpetek’le birlikteydik, baktım o da öyle izliyor. Demek ki yalnız değilim dedim. (Gülüyor) 

Yaşlanma fikriyle barışık mısınız? 
Şimdilik evet. Bence iyi gidiyorum, gittiği yere kadar da böyle devam... 

Bu sezon diziniz yok. Nasıl geçiyor vakit? 
Dizi insanı inanılmaz kilitliyor. Hiçbir şeye vakit ayıramıyorsun. O yüzden bu ara çok dinlendiğimi hissediyorum. Uyuyorum bol bol, kitap okuyorum, tiyatro, sinema, sergi geziyorum. Osman Nejat’la yurtdışına gidiyoruz sık sık. 

Dizileri takip ediyor musunuz? Çok fazla takip ettiğimiyorum. 
Sette çalışan bir arkadaşım, “Set işçilerinin kaç bölüm içeride olduğunu düşünmekten dizileri izleyemez oldum” diyordu. Sizinki de mesleki deformasyondan mı, yoksa vakitsizlikten mi? 
Tamamen mesleki deformasyonla alakalı. Ben de dizi izlerken, kadın oyuncuların ne kadar üşüdüğünü düşünürken buluyorum kendimi. Ben çok üşürüm setlerde çünkü. 

Peki yeni projeler var mı? 
Birkaç proje var ama netleştirmeden söylemeyeyim. Seneye Erden Kıral’la bir film yapacağız, en neti o şu anda. Hikâyesini Erden abiyle birlikte yazdık. O da bir aşk hikâyesi. 

Nazlıgül karakteri, aile ortamından yoksun büyüyor. Sizde durum neydi?
 Çok normal, dört çocuklu, orta-alt sınıf bir memur ailesiydi bizimki. Öyle uçlarda filan değildik. Babam solcuydu, ‘Komünist Şükrü’ derlerdi hatta. Annem klasik, çocuklarıyla uğraşıp duran bir kadındı. Üniversitedeyken annemi kaybettim. Beş yıl sonra da babamı. Ama annenin vefatı çok başka bir şey, en zoru o. Anne gerçekten ailenin direğiymiş, o zaman anlıyorsunuz.
Nasıl atlattınız o dönemi?
İnsan hiçbir zaman atlatamıyor onu. İyi bir şey yaptığında annen yanında olsun istersin, çocuk doğunca yanında olsun istersin vs. Onu atlatabildiğimi söyleyemem. 

Osman Nejat nasıl büyüyor peki? Oğlunu yere göğe sığdıramayan annelerden misiniz? 

Değilim sanırım. Ama bazen “ayy benim yakışıklı oğlum” moduna giriyorum. Girince fark ediyorum ben de, sonra devam ediyorum. (Gülüyor) Ama mesela her şeyi pedagoga danışan annelerden değilim. ‘Ee sizin pedagog kim?’ filan diye soruyorlar bazen bana. Pedagogumuz hiç olmadı. Bir anormallik de görmüyorum çocukta. 

Yalnız bir anne olmakla aranız nasıl? 
O durumdan çok korkuyordum ama aslında hiç de korkulacak bir tarafı yokmuş. Zaten her şeyiyle ben ilgileniyormuşum, eskiden de ben bakıyormuşum gibi geldi bana. Kadınlar bunu çok trajedi haline getiriyorlar bence. Sistemi doğru kurarsan, hiç zor bir şey değil. 

Bu açıdan boşanmayı büyük bir travma olarak görmüyorsunuz yani...
 Biz boşandıktan sonra evde parti verdik, o kadar söyleyeyim. (Gülüyor) 

O dönem -ve sonrasında da- birçok haber çıktı sizinle ilgili. Boşandı, sokakta kavga etti, başkasıyla görüldü vs. Nasıl başa çıkıyorsunuz bunlarla?
  Sezen Aksu ’nun bir lafı var, “İyi ya da kötü her haberin ömrü 24 saattir” der. Öyle gerçekten de.
Son yıllarda öyle evet, haber akışının içinde kayboluyoruz, çabuk unutuyoruz ama eskiden daha çok etkileniyordunuz herhalde...
Hele de ‘Asmalı Konak’ dönemi çok fenaydı! Hepimiz kendimizi kral-kraliçe sanıyorduk. Kötü bir şey yazıldı mı çok üzülüyordum ilk başlarda. Uykularım kaçıyordu, kafaya takıyordum. Şimdi hakkımda çıkan haberleri okumuyorum. Çünkü ölçüsüz yazılıyor; iyiyi de kötüyü de abartıyorlar. Ben izleyicinin bu konuda hisleriyle doğru karar verdiğine inanıyorum. Seyirci senin samimiyetine inanıyorsa, hiç sorun olmuyor, ne haber çıkarsa çıksın. Olay, öz-biçim ilişkisini doğru kurmakta, yani gösterdiğin şey ile yaşadığın şeyin aynı olması gerek. O zaman sana senden çok sahip çıkıyor zaten seyirci, yoksa seni hemen itiyor. Topluma kusursuz rol model olmak zorunluluğu da hissetmiyorum; ben de böyle bir rol modelim, ne yapayım. Hem kimin şahane bir evliliği, hayatı var ki?