Aug 15, 2013

'Gece'nin bombası Nurgül Yeşilçay

Yönetmen Erden Kıral, yeni projesi 'Gece'de, 'Vicdan' filminde de birlikte çalıştığı ünlü oyuncu Nurgül Yeşilçay'a başrol verecek


Son olarak 'Yük' isimli filmiyle birçok ödüle layık görülen yönetmen Erden Kıral, yeni sinema filmi 'Gece'nin hazırlıklarına başladı. Kıral, 2008 yılında çektiği 'Vicdan' filminde başrol verdiği Nurgül Yeşilçay'la bir kez daha işbirliği yapacak. Yeşilçay filmde; 'Süsen' isimli Diyarbakırlı bir Kürt kızını canlandırırken, eşini Uğur Polat oynayacak. Filmin oyuncu kadrosunda; Erkan Can, Tülin Özen ve Ruhi Sarı'nın da yer alması bekleniyor. Nurgül Yeşilçay ile Tülin Özen, bu filmle 'Vicdan'dan sonra bir kez daha bir araya gelecek. 

EKİM'DE BAŞLIYOR 
Film; kocasının dayatmaları ve baskıları ile bataklığa sürüklenen genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Senaryosu tamamlanan filmin çekimlerine, Ekim ayında İzmir'de başlanacak. 


Sabah

Aug 5, 2013

Exclusive Interview with NURGÜL YEŞİLÇAY for TV NOVELE magazine on Serbian and English

============================================================

EKSKLUZIVNO - NURGUL JEŠILČAJ,
JASEMIN IZ SERIJE "LJUBAV I KAZNA"


============================================================

EXCLUSIVE INTERVIEW
WITH NURGÜL YEŞİLÇAY
FOR TV NOVELE MAGAZINE

Aug 4, 2013

"Hayatımızı satıyoruz"

'Bebek İşi'yle Show TV'de milyonları ekran başına toplayan Nugül Yeşilçay, HT Pazar'a konuştu

Dan, dun aklına ilk gelen neyse onu söylüyor. Beni yanlış anlarlar, hayranlarım küser, elalem ne der falan hak getire... Kimseye eyvallahı yok! İşte tam da bu yüzden "Bu kadın gerçek" diyorsunuz. Nurgül Yeşilçay da "Canım ne isterse onu yapıyorum" diyor zaten. Aksini ondan beklemezdik zaten. Soru şu: Onu çözmek neden bu kadar zor? 


Dan, dun aklına ilk gelen neyse onu söylüyor. Beni yanlış anlarlar, hayranlarım küser, elalem ne der falan hak getire... Kimseye eyvallahı yok! İşte tam da bu yüzden "Bu kadın gerçek" diyorsunuz. Nurgül Yeşilçay da "Canım ne isterse onu yapıyorum" diyor zaten. Aksini ondan beklemezdik zaten. Soru şu: Onu çözmek neden bu kadar zor? 

Show TV'nin çok izlenen, orijinal dizisi "
Bebek İşi" için "Kısa ve acısız" diyorsunuz...
Öyle çünkü. Önce 90 dakika oldu, sonra 120, o da yetmedi 140... Şaka gibi başlayıp ciddiye binen bir durum oldu bu. Uykusuzluktan, çalışma şartlarından ötürü kaç kişi hayatını kaybetti. Biz bu işi onlara ithaf ediyoruz. Şahsen bu olanlar karşısında elim kolum bağlı oturmak istemedim. Bu da sadece konuşarak değil, eylem biçiminde olmalıydı. "Bakın böyle bir şey de yapılabiliyor" dedirtmek için yola çıktık. 

Ama 25 dakika da biraz devrim niteliğinde oldu.
Aynen öyle. Bunun için ısrar ettk. Ulusal kanallardan pek umutlu değilken Show TV büyük bir cesaret gösterip satın aldı. Ve dizi tuttu. Oysa böyle bir ortamda, bu işin ilk 5'e giriyor olması hakikaten dikkat çekici. 
Belki izleyiciler de 120 dakikalardan sıkılmıştır...
Olabilir. Umarım öyledir. Hem bakma, farklı şeyler denemek iyidir. 

'AMAÇ DUVARDA BİR ÇATLAK OLUŞTURMAK'

Dizi bu kadar sevilmese yapımcılara "Bakın 25 dakika iş yapmıyor" gibi bir koz vermiş olurdunuz.
 
Evet, ama bu beni hiç ilgilendirmiyor. Ben gayet içime sinen bir iş yaptım. "Beğenilir mi beğenilmez mi" gibi bir karmaşanın içine girmek istemiyorum. Zaten diziyi yapmaktaki amaç reyting değil. Duvarda bir çatlak oluşturmak. Belki de hiçbir şey değişmeyecek ama ben elimden geleni yapmış olacağım. İnşallah arkası gelir. Setlerde ölümler artık bir son bulur.
Bazı kadın oyuncuların, "İyi görüntü veremem" endişesiyle komediye pek yanaşmadıklarını duydum. 
Dramanın verdiği o müthiş kadın efektini istiyor olabilirler. Görüntünün daha önemli olduğunu düşünüyorsan o tarafa yönelirsin. Benim için böyle bir şey geçerli değil. 

'TAKINTISIZ İNSAN ROBOT GİBİ GELİYOR'

Zaten öbür türlüsü biraz takıntılı bir durum değil mi? 
Öyle ama takıntılar iyidir. Severim. Takıntısız insan bana robot gibi geliyor. 
Sizin var mı? 
Kesin vardır. Mesela kafama bir şeyi koyduysam muhakkak yaparım.
Takıntı değil ki bu, kişilik özelliği...
Belki de. Yani ne istiyorsam onu yaparım. "Başkası ne der" diye düşünmem.
Muhtemelen ilk ünlü olduğunuzda sizin için de "Elalem ne der" önemliydi ama...
Tabii ki. Bir panik havası oluyor. Hayatımda ilk kez terapiste Asmalı Konak döneminde gittim mesela. Çünkü 50 otobüs geliyordu. Elimizi uzatıyorduk; çığlık, kıyamet... Sanki Madonna gibi hissediyorsun kendini. O zaman gerçekten bir afallıyorsun. "Bunu nasıl yenerim" diye bir görüneyim dedim. Bir daha da gitmedim zaten. Kendi kendime baş ettim.
Nasıl?
Çok zor değil. Belli bir zamandan sonra alışıyorsunuz zaten. Başkaları için yaşamak yerine nasıl istiyorsam öyle devam ettim.
Starlarda alışık olduğumuz politik, tribüne oynayan cevaplar sizde yok. 

Bak bu öz, biçim ilişkisi. Biçimin özü de yansıtması lazım. Eğer özünle yaptıkların uyuşuyorsa ve seyirci de bu ikilemi seviyorsa tamamdır. Başkasına yakıştırmadığımız bir sürü şeyi bazılarına yakıştırabiliyoruz mesela. Biri küfrediyor, ona yakışıyor. Ya da biri 7 koca boşuyor, garipsenmiyor. Ama bir tanesi eşinden ayrılıyor, "Aaa, nasıl olur" diyoruz. Bu tamamen yakıştırmakla ilgili... O da samimi olup olmamakla ilgili bir durum herhalde. 

'KENDİMDEN NE KADAR UZAKLAŞIRSAM O KADAR İYİ'
Ama "Neysem oyum" diye ortaya çıkmak da cesaret ister yahu?
Olabilir. Öyle çok da bilinçli yaptığım bir şey değil bu. Kasmıyorum, içimden böyle davranmak geliyor. Bir de bence insanlar hakkımda şunu biliyor; Nurgül bir işte varsa, kesin elinden geleni yapmıştır. En azından ben olsam, benim gibi biri için böyle düşünürdüm. Çünkü gerçekten çok inanarak yapıyorum. Çok seviyorum oyunculuğu. 
En çok nesini seviyorsunuz? Herkesin sizi izlemesinden gelen o haz mı yoksa başka bir karaktere bürünmenin rahatlığı mı?

Hmmm güzel. Evet. Kesinlikle o galiba. Ben hep, "Başka bir karaktere bürünmek çok hoşuma gidiyor" diye düşünürdüm ama nedenini ilk defa senden duyuyorum. Doğru. Pavyon kadınını oynadığımda da, 7 Kocalı Hürmüz'ken de bambaşka biri oluyorum. Bir de farklı bir karaktere büründüğün zaman istediğini yapabiliyorsun ya. Ve buna kimse şaşırmıyor. Galiba o rahatlık hakikaten hoşuma gidiyor. Hatta kendimden ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyi. İzlerken farkına varıyorum; bir bakıyorum yorganı bile hiç alışık olmadığım şekilde örtmüşüm mesela.
Ne demek o?
Su bardağını normalde ortasından tutup içerim. Bakıyorum dizide altından tutmuşum. Bu o karaktere girdiğim anlamına geliyor. Seyircinin fark etmediği nüanslar. Ama ben daha çok buralara takılıyorum. 

'BENİ HAMİLEYKEN TANIYACAKTINIZ'

Dizide bebek annesine tapıyor. Babaya "Bıyıklı" diyor. Bu "babaya duyulan sevgi sonradan oluşur" gibi bir şey mi?

Aslında oidipus-elektra hikâyesiyle alakalı. Kızlar babaya, erkekler anneye düşkün oluyor. Mesela Nejat benim kuyruğum gibi. Devamlı beraberiz. Hâlâ doyamıyor. "Yeter. Gidelim hastaneye bizi yapıştırsınlar" diyorum. O kadar! Ama babasını görse de olur görmese de... Tamamen bilimsel bir durum.
Yine dizide kadın karakter "Ben ne fedakârlıklar yaptım" diye erkeğin üzerine fazla gitmiyor mu sizce de?

Annelerimiz hep "Saçımı süpürge ettim" demez miydi? Bu da onun gibi. Ama bu tavrı çok benimsediğimi söyleyemeyeceğim. Bir şeyi gerçekten istiyorsan yaparsın, ötekisi kılıftır. "Senin için nelerimi verdim" diyebilmek için yapıyorsundur her şeyi. Sonuçta çocuk sana "Yapmasaydın anne" dediğinde ne yapacaksın? Gerçi bizim annelerimiz de her şeyi çok dramatize etmişler. Dizideki kadın da loğusalığın etkisinde. Güzel olmak, fit durmak çok önemli değil midir sence? Doğum sonrası bunun da sıkıntısını yaşıyor. Bir de hamileliklerde bilimsel bir gerçek var; yüzde 25 oranında beyin fonksiyonların düşüyor. 
Sizde de oldu mu?
Ben fena halde sevgi böceği olmuştum. Çok sevecendim. Vardır ya öyle insanlar; "Canım, ne kadar güzel bir dünya, ne kadar güzel bir hava, ne güzel ağaçlar, kuşlar ötüyor... Tamamen öyleydim. Her şey bana o kadar güzel geliyordu ki. Aslında o kafaya erişmek isterim bir daha. 
Ne zaman gitti ki o his?
Loğusalıkta. Ah Türk halkı, beni o zaman tanıyacaktın!
Dizide geçen bir laf var. "Eğer erkekler durduk yere karılarından özür diliyorsa, mutlaka çapkınlık yapmıştır" diye. Bu nasıl bir önyargı?

Çok da haksız sayılmaz. Bence de bir erkek özür dilemez. Hep üste çıkar. Malum, hepsinin egosu tamam. Af dileyecek olsa bile "Özür dilerim" lafını kullanmaz. "Tamam ya, yaptıysam yaptım, n'olucak ki" falan der. Eğer üstüne basa basa özür diliyorsa belki de bir şey vardır.

'BAZEN ERKEK GİBİ DÜŞÜNMEK İSTERDİM'

Kadınların en büyük sorunu da akıllarından geçirdiklerini karşı tarafa anlatmamaları sanırım. Kafasında kurar, yargılar, ceza verir, susar...

Çok yapıyoruz yahu. Esas neden çıkmıyor ağzımızdan. Gerçi bir kadın ne kadar anlatabilir ki? Alakasız konularda çok fazla konuşabilir ama asıl mevzuya giremez. Dolandırır. Kafamız böyle işliyor. Zaten o yüzden anlaşılamıyoruz ya. Erkeklerdeyse tam tersi. "Mesele nedir, ne oldu tam olarak" diye direk sorarlar. 
Öyle olmak ister miydiniz?
Evet aslında. Bazen erkek gibi düşünmek isterdim. Hayat daha kolay olurdu. 
Sette, çocukla çalışmak nasıl?

Bu çocuk çok sempatik. İsrailli bir oyuncu koçu var. İki bebeğimizi de o seçti. Anlıyor bu işten. Çocukların nelerden hoşlandığını biliyor. Kırmızı bir şey sallıyor, bebek gülüyor mesela. Nasıl korkar, nasıl ağlar... Gerçi biz hiç ağlatmıyoruz. Dikkat et, o sahnelerde bebeğin arkası dönüktür hep. Ağlama sesi koyuyoruz. Yeme-içme, uyku saatlerine de çok dikkat ediyor. O yüzden şanslıyız diyeceğim ama aslında şans değil bu. Doğru adamı doğru yere koyarsan işler böyle tıkırında yürür. Bu kadar basit. 

'ALABORA HAKSIZLIĞA UĞRADI'


Şu sıralar aklınıza takılan mesele ne?

Mehmet Ali Alabora'yı çok düşünüyorum. Çok da sevdiğim biri. Büyük haksızlığa uğradı. Ona tüm bu yapılanlar çok saçma geliyor. Gerçekten anlamıyorum. 
"Sanatçının politik bir duruşu olmak zorundadır" görüşüne katılıyor musunuz?
Öyle de düşünmüyorum, öteki türlü de düşünmüyorum. Neyi kafaya taktığına bağlı. Ben mesela özellikle sinema filmi yaparken asla gazete okumam, televizyon izlemem. Çünkü bölünüyorum. Konsantrasyonum dağılıyor. Ama boşsan ne olup ne bitiyor diye gündeme bakıyorsun tabii. Takip etmeden de duramıyorum açıkçası. Özellikle bu dönem olaylar çok sıcak. 
Türkiye'deki sayılı oyunculardan biri olarak daha çok sinema filmi yapmanız gerekmiyor mu?

Her şey istediğin gibi olmuyor ki. Seçici olmaya çalışıyorum. Hem benim hem seyircinin zevk alabileceği bir iş olmalı. Yoksa tembellik ettiğimden değil. 
Artık başrol olmak kolaylaştı mı dersiniz? Bir sürü dizi, dolayısıyla bir sürü esas kız esas oğlan...

 Bak mesela bunu anlamıyorum. izliyorum da bazen. Bu onlara verilmiş bir lütuf değilmiş gibi hareket ediyorlar. Umurlarında değil. "Biz zaten buralara gelecektik" gibi bir mantığa bürünüyorlar. Sonra devamı gelmiyor. Yazık bu çocuklara! Şunu öğrenmeleri lazım: Bir kere kalıcı olmak istiyorsan mecburen çalışacaksın. Yaptığın işe saygın olsun, onu en iyi şekilde yapmak için uğraş. Postürün mü bozuk, git dans dersi al. diksiyonun kötüyse düzelt... Algıların devamlı açık olsun. Yoksa cepten yersin. O da ne kadar yeter ki sana, yedin bitti. 
Siz neler yapıyorsunuz mesela?
Ne gerekiyorsa. Oyuncu koçu da tutabilirim. Vicdan filmindeki ufak bir sahne için Nesrin Topkapı'dan dans dersi almışlığım da var. Belli aralıklarla gidip şan dersi de alıyorum.

'TRANS BİR KADINI OYNAMAK İSTİYORUM'"Ama ben Nurgül Yeşilçay'ım. Hep muhteşem projelerde yer almalıyım" gibi bir gerginlik sanırım yok sizde. 

Ta İkinci Bahar döneminde "Canım ne istiyorsa onu yapacağım" dedim kendi kendime. Projelere bakıyorum; zevk alacağım bir şey varsa dahil oluyorum. Bazen peşinden koştuğum işler de oluyor. O role kilitleniyor kafam. İlle oynamak istiyorum. 
Şu an var mı böylebir ş
ey?
Var aslında. Sırbistan'da bir film festivalinde jüri üyesiydim. Bir filme bayıldım. Haklarını satın almaya çalışıyorum şu an. O yüzden filmin ismini isteme! 
Ne çekti sizi orada?
Trans bir kadın vardı. Oynaması o kadar zevkli olur ki. Çünkü apayrı.
Sadece trans olması etkilememiştir. Bu yeni bir şey değil ki?
Şimdiye kadar hiç böyle işlenmemişti ama. Kadın temizlikçi. Bir adama aşık oluyor. Adam da ona ilgi duymaya başlıyor. Aşk var, komedi var... Çok güzel. Hatta filmin hem oyunculuğunu hem yönetmenliğini yapmak istiyorum. Ki yönetmenlik hiç arzum olan bir şey değil. Ama başka birinin eline versem kendi yorumunu katmak isteyebilir. Oysa bu filme dokunmaya bile gerek yok. 

'SAĞOLUN, DİKKATE ALACAĞIM'Etrafınızda koca bir ekip var. Menajer, basın danışmanı, saç - makyajı da katalım hatta... Herkesin ne yapmanız gerektiğini söylemesi sizi yormuyor mu?

Alışıyorsun. Çok büyük bir karmaşa da yok. Toplantı yapıyoruz, ortak bir kararla hareket ediliyor. Sokakta farklı tabii; biri geliyor yanına "Dizinize bayılıyorum" diyor, teşekkür ediyorsun. Diğeri "Keşke öteki diziniz gibi olsaydı" diyor. "Sağolun, dikkate alacağım" diye cevap veriyorsun ona da. Dışarıdan nasıl algılanıyor bilmiyorum ama bir işe kalkışmadan önce zaten bin kere oturup düşünmüş oluyoruz. Bir de zaten başıma gelecekleri önceden bilen bir insan olarak... 
Nasıl oluyor o?

Ben hep biliyorum, sen bilmez misin?
Yoo. 
Bir işe başladığınızda neler olacağını, biriyle ilişkinin nasıl gideceğini, ileride başına neler geleceğini.... 
Nasıl bilebilirim? Çok zor.

Sana bir şey söyleyeyim mi; yemin ederim ben başıma gelen her şeyi önceden biliyorum. 
İçinize mi doğmuyor?
Hayır. Zaten 6. hissi sıfır bir insanım. "Fal bak" de, hiç yapamam. Ama biliyorum işte. Verileri hesaplıyorum belki. Kendini iyi tanımakla da alakalı olabilir. 
5 sene sonrasını da biliyor musunuz?
Biliyorum tabii. Ama söylemem. Hatta belki de o yüzden hiçbir şeyi kafama takmıyorum. Olacağı belli çünkü. 
Peki kötü bir şeyse neden değiştirmeye kalkmıyorsunuz?
"Daha çok iyi şeyleri biliyorum" diyeyim. Aslında kötüyü de biliyorsun ya! Hem de o kadar iyi biliyorsun ki. Ama şartlar farklı davranmana izin vermiyor. O anda sana iyi gelen neyse onu yapıyorsun. Birinin iyi bir arkadaş olamayacağını bile bile onunla görüşmeye devam edersin mesela. Çünkü öbür türlü yalnız kalacaksın, istemezsin. Ama bir gün elbet biteceğinin farkındasındır. Mühim olan kendine dürüst olmak. "Ben bunu niye yapıyorum"un cevabını açık açık itiraf edebildikten sonra bir sorun yok bence. 
Evet de sizdeki hakikaten ilginç bir durum. "Çocuğumu şu yaşta doğuracağım" da demiş miydiniz?

Vallahi demiştim. Biliyor musun; bana da herkes aslında biliyor ama bilmeze yatıyor gibi gelir. 
Nasıl yani?
Belki başka türlü olur diye oyalıyorsun kendini. 

'SEN NURGÜL YEŞİLÇAY'IN OĞLU DEĞİLSİN'

Osman Nejat'dan bahsedelim mi biraz?

Ben öyle ünlü çocuklar hakkında, ileride ne olacak, başlarına neler gelecek gibi "sorunsal"ları kabul etmiyorum. Bir kere en önemlisi, çok iyi biri olacak bence. Bir de çok "cool" bir çocuk. Ün, şöhret falan umurunda değil. Hatta arkadaşları "Sen Nurgül Yeşilçay'ın oğlu değilsin" diyorlarmış. "Sen ne diyorsun oğlum" diyorum. "Ne diyeyim anne ya" deyip geçiyor. Çok gülüyorum. 
Gün geçtikçe büyüyor. Ona baktıkça geleceğine dair endişeleniyor musunuz?
Yoo. Her yer çok karışık. Pek çok yerde ekonomik kriz patladı. Brezilya'nın, Mısır'ın, Yunanistan'ın durumu ortada. O yüzden çocuğum özellikle bu topraklarda büyüyor diye de çok kaygılı değilim açıkçası. Dünya böyle. Yapacak hiçbir şey yok. O da kendi kaderi neyse onu yaşayacak
Ona verdiğiniz en büyük öğüt ne?
Hiç yalan söylememesi. Ve söylemiyor. İnşallah böyle devam eder. Çünkü o zaman her şeyi beraber daha kolay çözeriz. Yeter ki ben bileyim. 
Pek çok kadın çocuk doğurduktan sonra varoluş amacını tamamlamış gibi; artık bir koca yokluğunu pek hissetmiyor. Çocuk yetiyor onlara...
Yok ya. Bence kadın yalnız kalmamalı. Çünkü o zaman çocuğa çok şey yüklüyorsun. Bir sevgilinin vermesi gereken şeyleri çocuktan talep etmeye başlıyorsun; fazla ilgi ya da devamlı çocukla yatıp kalkma gibi... Fazla üstüne düşmek oluyor bu. Kadın kendi hayatını yaşamalı. Çocuktan asla kopmadan tabii. Onu mutlu eden aktiviteler yapmalı, işine devam etmeli, yine mutlu olduğu biriyle beraber olmalı... Çünkü çocuk da sizin mutluluğunuzu istiyor zaten. "Ben senin için sevgili bile yapmadım, işimi bıraktım" gibi baskıcı bir tutum sergilemek çok yanlış. Haydi ben ayrıldığım için evlilik sonrasını konuşabiliyorum. Ama ayrılmayanlar için de bu böyle. Hayatı dengelemek lazım. Çocuğunun yanında kocana da ilgi göstereceksin. İşini, eşini hoş tutacaksın, bu kadar. 

'19 yaşında bir çocuk pisi pisine ölse...'Ali İsmail Korkmaz'ın ardından "Eğer oğlum hayata bu şekilde veda etseydi elime silahı alır tek tek vururdum hepsini. Allah annelere sabır versin" dediniz. Ne gibi tepkiler aldınız?Sert tepkiler de geldi. Ama hiç umurumda değil. Dünyanın neresinde 19 yaşında bir çocuk pisi pisine ölse; dini, dili, ırkı fark etmiyor benim için. Yüreğim acıyor. Bir anne olarak da annelerine sabır dilemek benim görevim. Bunu gerçekten hissederek söylüyorum. Allah sabır versin. Annelerine baş sağlığı dilediğim için de kimseden özür dileyecek değilim.

'Hayatımızı satıyoruz'

"Eğer ünlü bir oyuncuysam hayatım tabii ki mercek altına alınacak. Allah aşkına sen Ajda Pekkan'ın bu kadar güzel olmasından, sahneye böyle yakışmasından etkilenmiyor musun? Ben etkileniyorum. İnşallah o yaşta öyle olurum. Ve şunun da farkındayım; biz sadece oyunculuk yapmıyoruz. Hayatımızı satıyoruz. Görüşlerimizden bakış açımıza, saç kesimimize, giyim kuşamımıza kadar her şeyi... Belki bu insanlara çok dramatik gelebilir ama hayır, çok gerçek olan bir şeyi söylüyorum. Sezen Aksu saç kestirirdi, ablamlar aynı saçla dolaşırdı. Ya da dediğim gibi, Ajda Pekkan'ın formunu bayıla bayıla konuşuyorsam demek ki birileri de beni konuşuyor. İnsanları etkileme gücüm var demek ki. Dolayısıyla etrafta ne olup ne bittiğine, ne yaptığına biraz dikkat edeceksin. En azından kendini yanlış tanıtmamaya bakacaksın. Yoksa sen doğru anlat, onlar yanlış anlıyorsa yapacak bir şey yok."


http://www.haberturk.com/yasam/haber/866280-hayatimizi-satiyoruz