Dec 1, 2013

Nurgül Yeşilçay’ın Yeni Dizisi: ‘Cinayet’

Ocak ayında Adam Film yapımcılığında Kanal D ekranlarında yepyeni bir dizi görebileceğiz. Ünlü Amerikan dizisi ‘The Killing’den uyarlama olan dizinin kod adı ‘Cinayet’.
Sadullah Şentürk’ün yönetmen koltuğuna oturacağı dizide başlıca rolleri Nurgül Yeşilçay ve Engin Altan Düzyatan paylaşacak. Bu iki deneyimli oyuncuya Ahmet Mümtaz Taylan, Uğur Polat, Goncagül Sunar ve Şükran Ovalı eşlik edecek.
Dizinin Ocak ayında Kanal D’de ilk bölümüyle ekrana gelmesi bekleniyor.

Oct 12, 2013

Nurgül Yeşilçay polis olacak


Orijinali Danimarka yapımı Forbrydelsen dizisinden uyarlanan The Killing, Türkiye’de dizi oluyor. Serdar Akar, Tarkan Karlıdağ ve Cansu Akbel’in ortak yapımı Akbel-Adam Film’in çekeceği dizi Kanal D’de ekrana gelecek. Senaryo çalışmaları devam eden ve oyuncu seçimleri yapılan dizinin adı henüz belli değil ama diziyi Sadullah Şentürk yönetecek. Şentürk, son olarak Behzat Ç: Bir Ankara Polisiyesi dizisini yönetmişti, ekiple tekrar yoluna devam edecek. Dizinin konusuna gelince, The Killing, 17 yaşında bir cinayete kurban giden Rosie Lersan’ın soruşturmasına dayanıyor. Fakat bir polisiyeden fazlasını vaat ediyor. Çünkü içerisinde polislerin, ailenin ve şüphelilerin hikâyesini de barındırıyor. Siyasetçilerin de soruşturmaya dahil olması durumu derinleştiriyor. Dizinin başrol oyuncularından biri belli. Cinayeti araştıran özel polislerden birini yani Sarah Linden’ı Nurgül Yeşilçay canlandıracak. Yeşilçay’ı ilk kez böyle bir rolde izleyeceğiz. Bakalım, The Killing Türkiye’de de Amerika’daki kadar sevilecek mi? İşin içinde Behzat Ç.’nin yapımcıları olduğu için polisiye kısmında yine bizi iyi bir macera bekleyeceğini düşünüyorum. Dizi, 2014’te yayında olacak.


Oct 2, 2013

NURGÜL YEŞİLÇAY, SHOW TV İÇİN BOL REYTİNG DİLEDİ

YENİ SEZON TANIITM ÇEKİMLERİNE KATILAN BEBEK İŞİ OYUNCULARIDİZİDEKİ ROLLERİNE BÜRÜNDÜ!

SHOW TV geçtiğimiz günlerde Ciner Studyoları’nda Bebek İşi dizisinin tanıtım çekimlerini gerçekleştirdi.
Kamera karşısına genç ve yeni çocukları olmuş bir çift olarak geçen Nurgül Yeşilçay ve Timur Acar SHOW TV’nin tanıtım çekimlerinde de dizideki rollerine büründü!
Filmde çiftin bebeği Yankı olarak kamera karşısına geçen Eymen bebekle çekime gelen ikili tüm çekimler boyunca Eymen’e anne babalık yaptı. Hatta Nurgül Yeşilçay’ın saç ve makyajı yapılırken Timur Acar uzun sure dışarıda Eymen’le oyunlar oynadı, etrafta dolaştı. Anne Nurgül Yeşilçay hazır olana kadar baba oğul sette gezdiler.


SETTE HERŞEY EYMEN’E GÖRE AYARLANIYOR




NURGÜL YEŞİLAÇY:

-Yeni yayın dönemi hakkında neler düşünüyorsunuz? Beklentileriniz neler?
-Beklentilerimden önce dileklerimi söyleyeyim isterseniz. SHOW TV ekibine başarılar, mutluluklar ve bol reytingli bir yıl diliyorum. Bir beklentim yok. Seyirci eğlensin, biz eğlenelim. Güzel, tatlı, keyifli bir yıl olsun istiyorum.
-Şu ana kadar izlediğimiz bölümler çok zevkliydi. Ancak akla gelen ilk soru şu oluyor. Bir bebekle çalışmak nasıl bir duygu?
-Bizim bebek çok sakin bir bebek. O yüzden çok zor değil ama eğer onun suyuna gitmezseniz zor oluyor. Çocuğun bazı istekleri var. Onları yerine getirdikten sonra çok kolay bir çocuk. Uyuyacak, yemek yiyecek.. ona zaman ayırmak gerekiyor.



-Timur Bey’le de yaptığımız röportajdan sonra edindiğimiz izlenime göre bebek, çekimlerde sizden daha çok öne çıkıyormuş. Sizde böyle mi düşünüyorsunuz?
-Hepimizden daha çok öne çıkıyor. Ee Eymen Paşa ya...

TİMUR ACAR:

-Yeni yayın dönemi için neler söylemek istersiniz?
- Yaza SHOW TV’de başladık, şimdi de devam edeceğiz. İnşallah güzel olacak Bebek İşi. Değişik bir iş. Kendi izleyici kitlesini yaratan bir iş oldu diyebiliriz. Bakalım bundan sonra dizide birkaç tane yeni karakter olacak. Ve onunla beraber devam edeceğiz.
-Bir bebekle çalışmak nasıl bir his? Zorlukları var mı?
- Aslında işe çok korkarak başladım. Sonuçta bir bebek. Uyuması, maması, yemesi gereken saatler var. O saatlere uymak zorundasınız. Uyduğunuz sürece problem yok. Ama onun haricinde Eymen farklı bir bebek. Hiç bu kadar uyumlu bir bebekle çalışacağımı düşünmemiştim. Sette çok fazla bir problem yaşamıyoruz. Sadece her şeyi ona göre ayarlıyoruz. O bizden daha değerli diyebilirim yani. Erkan abi de sağolsun, Erkan Can çok güzel seslendiriyor. Keyifli gidiyor, bakalım.
-Eklemek istediğiniz bir şey var mı ?
- Yeni sezonda Bebek İşi’yle SHOW TV’deyiz. Seyircilerimizle buluşmak üzere diyorum.


http://televizyongazetesi.com/nurgul-yesilcay-show-tv-icin-bol-reyting-diledi_6_75003#.UkxRnNKctdw

Sep 19, 2013

Çaldıysam Oğuz Atay’dan çaldım



Nurgül Yeşilçay: Bir rolü oynarken okuduğum kitapların karakterlerinden çaldığım fikirler de oldu. Çaldıysam Dostoyevski’den çaldım, Oğuz Atay’ın kahramanlarından çaldım


Telefon çalıyor, “Eyvah gelemiyor mu acaba” diyorum. Röportaj vermeye çok da meraklı olmadığını biliyorum. “Hep aynı şeyler” diyor, bu röportajı da kitaplar hatırına kabul etti. Tedirgin bir şekilde telefonu açıyor ama sonra rahatlıyorum. “Ben geldim, Anish Kapoor sergisini geziyorum” diyor. Buluşur buluşmaz ilk “Sergiyi nasıl buldunuz” diye soruyorum. “Çok çağdaş” diyor ve bana soruyor. Sonra bir soru daha; “Ne kadar çok kitap okuduğumu anlatmayacağım değil mi? Ben zaten üniversite yıllarına kadar bilinçli bir şekilde okumadım da” diyor. “Ben çok okurum, bilirim” havasında değil. Çok rahat ve samimi. Merakım daha da artıyor. Kitaplarla başlayıp, memleket meselelerine kadar gidiyoruz...

Çocukluğunuzun geçtiği evden başlayalım…
Öğretmen anne babanın çocuğuydum. Annemle babam çok farklı iki insandı. Annem beş vakit namaz kılardı, dindardı… Babam ise komünist ve ateistti. Babam tarihe çok düşkündü, o yüzden hep tarih kitapları okurdu. Annemin öyle okumaya filan çok vakti olmazdı. Benim kitap okumaya başlamam üniversite yıllarında başladı.

O zamana dek okumadınız mı?
Yok, ben hep resim yapıyordum. Gerçi klasikleri lise yıllarında okumuştum ama yeniden okumak lazım. Mesela Suç ve Ceza’yı yeniden aldım. Çünkü hiçbir şey hatırlamıyorum. O zamanlar bilinçli bir okur değildim.

Babanızın tarih kitaplarına merakı size bulaşmamış sanırım…
Yok, ben sevmiyorum, çok sıkılıyorum tarih kitaplarından. Sosyal tarih, antik Yunan değil ama böyle şanlı tarih anlatımını sevmiyorum; o onu kesmiş, bu bunu doğramış, savaşlar, o kadar insanı yendik, şu kadar insanı denize döktük tarihi bana çok sıkıcı geliyor.

Neler okudunuz son zamanlarda?
Van Gogh’un Theo’ya Mektuplar kitabını çok sevdim. Bir de en son okuduklarım arasında en çok sevdiğim Murat Menteş oldu. Ruhi Mücerret’i okudum, çok güldüm. İronik anlatımı harika. Afili Filintalar tayfasını seviyorum zaten. Hem çok ciddiye alıyorlar yaptıkları işi hem de ciddiye almıyormuş gibiler. Edebiyat paralamıyorlar. Edebiyat paralayanları sevmiyorum.

Kimdir sizin yazarınız?
Oğuz Atay. Çok iyi bir yazar. Her okuduğumda aynı tadı veriyor. Tehlikeli Oyunlar’ı sıkılmadan defalarca okudum.

Oğuz Atay’ı sizde “iyi yazar” yapan ne?
Çok güzel ifade ediyor kendisini. Onu çok iyi anlıyorum. Hem çok güncelleştirebiliyorum, hem okurken hayal edebiliyorum. Mesela “Bu kadın kesin Ortaköy’de oturuyordur, on tane de kedisi vardır” diyebiliyorum.

Uyarlamalara nasıl bakıyorsunuz?
Ben bir ara kafaya takmıştım ne uyarlayabiliriz diye. Hatta Pakize Barışta’ya gitmiştim. Çok kötü eserler var, onları çok kolay sinemaya televizyona uyarlayabilirsin. Ama iyi eserleri uyarlamak çok zor, çok çalışmak gerekiyor. Benim denemelerim var ama.

Ne mesela?
Ben Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ını yapacağım.

Yapmayı düşünmüyorsunuz yani, kesin yapacaksınız?
Tabii tabii… Yapıyorum hatta arada senaryosunu yazıyorum. Biraz uzun sürecek ama yapacağım. Çünkü ben Oğuz Atay’ı çok iyi anladığımı düşünüyorum.

Türkiye anladı mı peki sizce?
Çok erken öldü. Belki o kadar erken ölmese yaşarken anlaşılabilirdi. Ben her okuduğumda onu daha iyi anlıyorum. İnsan bir yazarı okudukça ve anladıkça kendini daha iyi hissediyor.

“Edip Cansever’i anlamaya çok çalıştım”
Bu arada aklına bir kitap geliyor. Hiç unutmadığım bir kitaptır, çok etkilenmiştim diyor ve devam ediyor: “Fecr-i Ati edebiyat döneminin en önemli yazarlarından Cemil Süleyman. Romanın adı da Siyah Gözler. Ta kaç yıl önce okuyup, çok etkilenmiştim. Etrafımda şöyle güzel, böyle güzel diye anlatıyorum ama kimse tanımıyor. Genç ve dul bir kadın, mahalledeki genç bir çocukla aşk yaşıyor. Bir tek Yıldırım Türker biliyordu romanı. O da çok beğenip yıllar önce bir gazetede fotoromanını yapmış.”

Konuşuyoruz. Bir yazarı anlamak, kodlarını çözebilmek ve “ben onu anlıyorum” diyebilmek üzerine gidiyoruz… Arada şiire bulaşıyoruz. “Murathan Mungan severim” diyor, ardından da “Omayra” diye ekliyor. İkimiz de aynı anda “Cevabı ömür süren bir soru bıraktım/ mendili kan kokan sevgili arkadaşım ” diye mırıldanıyoruz. Atılıyor hemen: “Ölürüm ona. Bir aşk bu kadar mı güzel anlatılır? Çok güzel, çok…” Sonra şiiri, şairi anlamaya geliyor söz… “Ben mesela Edip Cansever’i anlamıyorum” diyor…

Edip Cansever’de sorun ne size göre?
Çok hikâye anlatıyor, çok detay veriyor belki bu yüzden. Tragedyalar mesela ya da Ben Ruhi Bey Nasılım… Ben şiiri hayalimde öyle canlandırmak istemiyorum. Ben bulmak istiyorum, içimde bir yere dokunsun istiyorum. Edip Cansever’e dokunan bir şeyden kendime dokunanı bulmaya çalışıyorum. Ama ben orada sadece Edip Cansever’e dokunanı görüyorum. İnan çok denedim Edip Cansever’i anlamayı ama yok. O kadar kişi anladıysa var tabii bir şeyler ama ben anlamadım.

Okuyamadığınız kitapları merak ettim…
Mesela aforizma kitapları var ya, beylik laflar eden. Hiç okuyamam onları. Bana hiçbir şey ifade etmiyor. İnsanlar öyle şiirli konuştukları zaman da anlamıyorum. Bir de pembe dizi gibi, kolay okunur kitaplar vardır ya… Hiçbir edebi değeri olmayan, sadece bir olayı anlatan kitaplar. Onlara da katlanamıyorum. Neden okuyayım ki? Tabii bir de anı kitapları var, onları da okuyamıyorum.

Anı kitapları niye?
Ya sen bir sanatçısın… Yazmış; “Ben ona bunu dedim, o bana şunu dedi, arkamı bile dönmeden vurdum kapıyı çıktım.” Ne anlatıyorsun? Bu mu? Bir şey anlat bana. O dönemde ne oluyordu da bu oldu? Mesela ben bir anı kitabı yazsam o dönemin sosyo-politik durumunu yazarım. “Böyle şeyler yaşandı o dönem, çünkü…” diye. İşte şu yüzden oldu, bu yüzden bunlar oldu gibi. Çoğunluktan bahsediyorum tabii, aralarında iyi olanlar elbette var.

Tarih sevmiyorsunuz ama tarihsel kurgu seviyor musunuz peki? Mesela piyasada yüzlerce kurgusal tarih kitapları var; işte sultanın aşkı, haremin gülü gibi gibi…
Ben onları önceden okumuştum. Çünkü önceden Hürrem’i ben oynasam diye düşünmüştüm. O dönemi anlamak için de öyle kitapları okudum evet.  Şimdi hiç bakmıyorum tabii.

Okuduğunuz roman ve hikâyelerin karakterleri oyunculuğunuza ne katar? Mesela o an okuduğunuz şeyi oynamaya çalışır mısınız?
Bir kere çok iyi anlatılan karakterleri okurken “acaba ben olsam nasıl oynarım” diye düşünürüm evet, bir yandan da oynamaya çalışırım. Öyle deli bir yanım vardır. Oblomov’u okurken mesela, şöyle durur, eli böyle titrer diye oynamaya çalışırım karakteri. Bir rolü oynarken okuduğum kitapların karakterlerinden çaldığım fikirler de oldu. Çaldıysam Dostoyevski’den çaldım, Oğuz Atay’ın kahramanlarından çaldım.

Gelelim memleket meselelerine…
Çok sinirliyim ben bu konuda. Valla nereye varacak bilmiyorum. Sen devletsin değil mi? Büyüksün. Senin geri çekilip ortalığı yumuşatman lazım. Kaç tane insan öldü. Hepsi gencecik. İçim acıyor. Hem biz niye polisten korkar olduk? Bu hale nasıl geldik, neden bize bunu yapıyorsunuz? Sen bakkala giden çocuğu öldüremezsin… Acilen bir şey yapmaları lazım.

Kim, ne yapabilir?
Biz yapacak değiliz, devlet büyükleri yapacak. Aynı ama, hepsi aynı. “Siz o biber gazına alıştınız herhalde, solumadan uyuyamıyorsunuz” diye binlerce insanla dalga geçen bir belediye başkanı var bu ülkede.

Eksik olan ne peki sizce?
Muhalefet yok. Zaten muhalefet olmadığı için millet sokağa döküldü. Muhalefetin yapamadığını halk yapıyor. Ha bir de içim parçalandı, geçen gün sekiz yaşındaki bir kız çocuğunun 40 yaşındaki adamla evlendirildiği haberini okudum. Cinsel ilişki sırasında ölmüş çocuk. Sekiz yaşındaki bir kız çocuğunu 40 yaşındaki bir adamla nasıl evlendirirsiniz?

Bir yandan da lisede evliliğe izin geldi gündeme….
Hayır ya, ne oluyor? Böyle bir şey olabilir mi? Sen devletsin, evlenemez kardeşim diye neden demiyorsun. Bırak okusun, gençliğini yaşasın, liseyi bitirsin, eğitimini tamamlasın öyle evlensin. Yok, gerçekten çok sinir bozucu…

Mayıs ayından beri olan bu kaosta sanat camiası içinden bakacak olursanız nasıl değerlendirirsiniz? Bir kesim eylemlerde yer aldı, bir kesim de onları eleştirerek iktidarın yanında…
Kedi gözü… Talk Show yapsa izlerim. Sanat camiasının içinde de bir bölünme var… Memet Ali Alabora’ya çok üzüldüm. Resmen iftira attılar, çok yazık. Şöyle de bir şey var, çok gülüyorum. Bazı insanlar birden devrimci kesildi. Sanki şimdiye kadar hep öylelermiş de bizim haberimiz yokmuş gibi. Yani Gezi Parkı olaylarından nemalanmaya çalışıyorlar. Her şey çok dürüst gelmiyor.

Sizin Maliye tarafından çağrılmanız da Gezi Olayları’na bağlandı…
Evet, herkes geziden dolayı mı dedi. Değil. Zaten arada sırada çağırırlardı Her şeyi oraya bağlamaya çalışıyorlar. Orda görünmek de bir şey oldu. Kahraman yaratmaya çalışıyoruz. Ben değilim kahraman. “Ne biber gazı yedik yaa”, “Nasıl durduk barikatta” diye diye ortalıkta dolaşıyoruz. Tamam, yedik. Tamam, durduk. Ama bu kahramanlık meselesi can sıkıcı, amacından saptırıyorlar. Ben gelmeyenlere de kızmıyorum. Eylemlere gelmeyene “Sen niye gelmedin de, sen niye direnmedin de” diyenler var. Bu da bir şiddet…

Niye böyle olduk peki sizce?
Devamlı azarlanıyoruz çünkü. Biri çıkıyor televizyona, hepimizi sürekli azarlıyor. Olimpiyatları alamazsak yine çıkıp bizi azarlayacak diye korkmuştum… Toplum olarak devamlı azarlandığımız için biz de birbirimizi sürekli azarlıyoruz. Bıktım sürekli azarlanmaktan.

“Transeksüeli oynamak istiyorum”
Erden Kıral’la film yapacağız. Senaryo hazırdı ama sonradan içimize sinmedi. Önümüzdeki yaza erteledik. Bir tane de haklarını satın aldığım Finlandiya filmi var. Bir transeksüel hikâyesi. Onun üzerinde çalışacağız. Çok modern bir aşk filmi. Bir transseksüelle evli bir adam arasında. Çok zor değil ama iyi uyarlamamız lazım. O yüzden de geçen gün LGBT ile konuştuk. O filmde transeksüeli oynamak istiyorum.

Sep 2, 2013

Müjde Ar yeni film için gözünü Nurgül Yeşilçay'ı dikti

Annesi Aysel Gürel’in ‘Ünzile’ şarkısını beyazperdeye aktarmaya hazırlanan Müjde Ar, “Nurgül Yeşilçay’ı filmde mutlaka görmek istiyorum” dedi


2008 yılında yaşama veda eden ünlü söz yazarı Aysel Gürel’in kızlarına bıraktığı vasiyet birer birer gerçekleşiyor. Sağlığında en sevilen şarkılarının bir araya toplandığı bir albüm yapmanın hayalini kuran Gürel’in bu isteği geçtiğimiz ay hayata geçti.

KANADA’DA SENARYO YAZIYOR

Ünlü sanatçıların Aysel Gürel şarkılarını seslendirdiği ‘Ayselin’ albümü piyasaya çıktı ve büyük ilgi gördü. Aysel Gürel’inbir başka vasiyeti ise Sezen Aksu’nun seslendirdiği ‘Ünzile’ şarkısının hikâyesinin film olmasıydı. Müjde Ar annesinin bu vasiyetini yerine getirmek için çalışmaları hızlandırdı. Ünzile’yi beyazperdeye aktarmak için kolları sıvayan Ar, filmin senaryosunu yazmak için Kanada’ya gitti. Ünlü sanatçı bir yandan senaryo yazarken bir yandan da filmin oyuncu kadrosunu oluşturmaya başladı.

‘NURGÜL’E BAKTIKÇA İÇİM AÇILIYOR’

Ünzile rolü için İranlı bir oyuncuyla görüşen Müjde Ar’ın filmde en çok görmek istediği ismin Nurgül Yeşilçay olduğu ortaya çıktı. Daha önce ‘Eğreti Gelin’ filminde Yeşilçay’ın kayınvalidesini oynayan MüjdeAr, “Nurgül Yeşilçay’a bayılıyorum. Ona baktıkça içim açılıyor. Filmde mutlaka olmasını istiyorum” diye konuştu.Ar, filmde çok küçük yaşta birkaç koyun karşılığı evlendirilen Ünzile’nin annesini oynayacak.

http://magazin.bugun.com.tr/gozunu-nurgule-dikti-haberi/778979

Aug 15, 2013

'Gece'nin bombası Nurgül Yeşilçay

Yönetmen Erden Kıral, yeni projesi 'Gece'de, 'Vicdan' filminde de birlikte çalıştığı ünlü oyuncu Nurgül Yeşilçay'a başrol verecek


Son olarak 'Yük' isimli filmiyle birçok ödüle layık görülen yönetmen Erden Kıral, yeni sinema filmi 'Gece'nin hazırlıklarına başladı. Kıral, 2008 yılında çektiği 'Vicdan' filminde başrol verdiği Nurgül Yeşilçay'la bir kez daha işbirliği yapacak. Yeşilçay filmde; 'Süsen' isimli Diyarbakırlı bir Kürt kızını canlandırırken, eşini Uğur Polat oynayacak. Filmin oyuncu kadrosunda; Erkan Can, Tülin Özen ve Ruhi Sarı'nın da yer alması bekleniyor. Nurgül Yeşilçay ile Tülin Özen, bu filmle 'Vicdan'dan sonra bir kez daha bir araya gelecek. 

EKİM'DE BAŞLIYOR 
Film; kocasının dayatmaları ve baskıları ile bataklığa sürüklenen genç bir kadının öyküsünü anlatıyor. Senaryosu tamamlanan filmin çekimlerine, Ekim ayında İzmir'de başlanacak. 


Sabah

Aug 5, 2013

Exclusive Interview with NURGÜL YEŞİLÇAY for TV NOVELE magazine on Serbian and English

============================================================

EKSKLUZIVNO - NURGUL JEŠILČAJ,
JASEMIN IZ SERIJE "LJUBAV I KAZNA"


============================================================

EXCLUSIVE INTERVIEW
WITH NURGÜL YEŞİLÇAY
FOR TV NOVELE MAGAZINE

Aug 4, 2013

"Hayatımızı satıyoruz"

'Bebek İşi'yle Show TV'de milyonları ekran başına toplayan Nugül Yeşilçay, HT Pazar'a konuştu

Dan, dun aklına ilk gelen neyse onu söylüyor. Beni yanlış anlarlar, hayranlarım küser, elalem ne der falan hak getire... Kimseye eyvallahı yok! İşte tam da bu yüzden "Bu kadın gerçek" diyorsunuz. Nurgül Yeşilçay da "Canım ne isterse onu yapıyorum" diyor zaten. Aksini ondan beklemezdik zaten. Soru şu: Onu çözmek neden bu kadar zor? 


Dan, dun aklına ilk gelen neyse onu söylüyor. Beni yanlış anlarlar, hayranlarım küser, elalem ne der falan hak getire... Kimseye eyvallahı yok! İşte tam da bu yüzden "Bu kadın gerçek" diyorsunuz. Nurgül Yeşilçay da "Canım ne isterse onu yapıyorum" diyor zaten. Aksini ondan beklemezdik zaten. Soru şu: Onu çözmek neden bu kadar zor? 

Show TV'nin çok izlenen, orijinal dizisi "
Bebek İşi" için "Kısa ve acısız" diyorsunuz...
Öyle çünkü. Önce 90 dakika oldu, sonra 120, o da yetmedi 140... Şaka gibi başlayıp ciddiye binen bir durum oldu bu. Uykusuzluktan, çalışma şartlarından ötürü kaç kişi hayatını kaybetti. Biz bu işi onlara ithaf ediyoruz. Şahsen bu olanlar karşısında elim kolum bağlı oturmak istemedim. Bu da sadece konuşarak değil, eylem biçiminde olmalıydı. "Bakın böyle bir şey de yapılabiliyor" dedirtmek için yola çıktık. 

Ama 25 dakika da biraz devrim niteliğinde oldu.
Aynen öyle. Bunun için ısrar ettk. Ulusal kanallardan pek umutlu değilken Show TV büyük bir cesaret gösterip satın aldı. Ve dizi tuttu. Oysa böyle bir ortamda, bu işin ilk 5'e giriyor olması hakikaten dikkat çekici. 
Belki izleyiciler de 120 dakikalardan sıkılmıştır...
Olabilir. Umarım öyledir. Hem bakma, farklı şeyler denemek iyidir. 

'AMAÇ DUVARDA BİR ÇATLAK OLUŞTURMAK'

Dizi bu kadar sevilmese yapımcılara "Bakın 25 dakika iş yapmıyor" gibi bir koz vermiş olurdunuz.
 
Evet, ama bu beni hiç ilgilendirmiyor. Ben gayet içime sinen bir iş yaptım. "Beğenilir mi beğenilmez mi" gibi bir karmaşanın içine girmek istemiyorum. Zaten diziyi yapmaktaki amaç reyting değil. Duvarda bir çatlak oluşturmak. Belki de hiçbir şey değişmeyecek ama ben elimden geleni yapmış olacağım. İnşallah arkası gelir. Setlerde ölümler artık bir son bulur.
Bazı kadın oyuncuların, "İyi görüntü veremem" endişesiyle komediye pek yanaşmadıklarını duydum. 
Dramanın verdiği o müthiş kadın efektini istiyor olabilirler. Görüntünün daha önemli olduğunu düşünüyorsan o tarafa yönelirsin. Benim için böyle bir şey geçerli değil. 

'TAKINTISIZ İNSAN ROBOT GİBİ GELİYOR'

Zaten öbür türlüsü biraz takıntılı bir durum değil mi? 
Öyle ama takıntılar iyidir. Severim. Takıntısız insan bana robot gibi geliyor. 
Sizin var mı? 
Kesin vardır. Mesela kafama bir şeyi koyduysam muhakkak yaparım.
Takıntı değil ki bu, kişilik özelliği...
Belki de. Yani ne istiyorsam onu yaparım. "Başkası ne der" diye düşünmem.
Muhtemelen ilk ünlü olduğunuzda sizin için de "Elalem ne der" önemliydi ama...
Tabii ki. Bir panik havası oluyor. Hayatımda ilk kez terapiste Asmalı Konak döneminde gittim mesela. Çünkü 50 otobüs geliyordu. Elimizi uzatıyorduk; çığlık, kıyamet... Sanki Madonna gibi hissediyorsun kendini. O zaman gerçekten bir afallıyorsun. "Bunu nasıl yenerim" diye bir görüneyim dedim. Bir daha da gitmedim zaten. Kendi kendime baş ettim.
Nasıl?
Çok zor değil. Belli bir zamandan sonra alışıyorsunuz zaten. Başkaları için yaşamak yerine nasıl istiyorsam öyle devam ettim.
Starlarda alışık olduğumuz politik, tribüne oynayan cevaplar sizde yok. 

Bak bu öz, biçim ilişkisi. Biçimin özü de yansıtması lazım. Eğer özünle yaptıkların uyuşuyorsa ve seyirci de bu ikilemi seviyorsa tamamdır. Başkasına yakıştırmadığımız bir sürü şeyi bazılarına yakıştırabiliyoruz mesela. Biri küfrediyor, ona yakışıyor. Ya da biri 7 koca boşuyor, garipsenmiyor. Ama bir tanesi eşinden ayrılıyor, "Aaa, nasıl olur" diyoruz. Bu tamamen yakıştırmakla ilgili... O da samimi olup olmamakla ilgili bir durum herhalde. 

'KENDİMDEN NE KADAR UZAKLAŞIRSAM O KADAR İYİ'
Ama "Neysem oyum" diye ortaya çıkmak da cesaret ister yahu?
Olabilir. Öyle çok da bilinçli yaptığım bir şey değil bu. Kasmıyorum, içimden böyle davranmak geliyor. Bir de bence insanlar hakkımda şunu biliyor; Nurgül bir işte varsa, kesin elinden geleni yapmıştır. En azından ben olsam, benim gibi biri için böyle düşünürdüm. Çünkü gerçekten çok inanarak yapıyorum. Çok seviyorum oyunculuğu. 
En çok nesini seviyorsunuz? Herkesin sizi izlemesinden gelen o haz mı yoksa başka bir karaktere bürünmenin rahatlığı mı?

Hmmm güzel. Evet. Kesinlikle o galiba. Ben hep, "Başka bir karaktere bürünmek çok hoşuma gidiyor" diye düşünürdüm ama nedenini ilk defa senden duyuyorum. Doğru. Pavyon kadınını oynadığımda da, 7 Kocalı Hürmüz'ken de bambaşka biri oluyorum. Bir de farklı bir karaktere büründüğün zaman istediğini yapabiliyorsun ya. Ve buna kimse şaşırmıyor. Galiba o rahatlık hakikaten hoşuma gidiyor. Hatta kendimden ne kadar uzaklaşırsam o kadar iyi. İzlerken farkına varıyorum; bir bakıyorum yorganı bile hiç alışık olmadığım şekilde örtmüşüm mesela.
Ne demek o?
Su bardağını normalde ortasından tutup içerim. Bakıyorum dizide altından tutmuşum. Bu o karaktere girdiğim anlamına geliyor. Seyircinin fark etmediği nüanslar. Ama ben daha çok buralara takılıyorum. 

'BENİ HAMİLEYKEN TANIYACAKTINIZ'

Dizide bebek annesine tapıyor. Babaya "Bıyıklı" diyor. Bu "babaya duyulan sevgi sonradan oluşur" gibi bir şey mi?

Aslında oidipus-elektra hikâyesiyle alakalı. Kızlar babaya, erkekler anneye düşkün oluyor. Mesela Nejat benim kuyruğum gibi. Devamlı beraberiz. Hâlâ doyamıyor. "Yeter. Gidelim hastaneye bizi yapıştırsınlar" diyorum. O kadar! Ama babasını görse de olur görmese de... Tamamen bilimsel bir durum.
Yine dizide kadın karakter "Ben ne fedakârlıklar yaptım" diye erkeğin üzerine fazla gitmiyor mu sizce de?

Annelerimiz hep "Saçımı süpürge ettim" demez miydi? Bu da onun gibi. Ama bu tavrı çok benimsediğimi söyleyemeyeceğim. Bir şeyi gerçekten istiyorsan yaparsın, ötekisi kılıftır. "Senin için nelerimi verdim" diyebilmek için yapıyorsundur her şeyi. Sonuçta çocuk sana "Yapmasaydın anne" dediğinde ne yapacaksın? Gerçi bizim annelerimiz de her şeyi çok dramatize etmişler. Dizideki kadın da loğusalığın etkisinde. Güzel olmak, fit durmak çok önemli değil midir sence? Doğum sonrası bunun da sıkıntısını yaşıyor. Bir de hamileliklerde bilimsel bir gerçek var; yüzde 25 oranında beyin fonksiyonların düşüyor. 
Sizde de oldu mu?
Ben fena halde sevgi böceği olmuştum. Çok sevecendim. Vardır ya öyle insanlar; "Canım, ne kadar güzel bir dünya, ne kadar güzel bir hava, ne güzel ağaçlar, kuşlar ötüyor... Tamamen öyleydim. Her şey bana o kadar güzel geliyordu ki. Aslında o kafaya erişmek isterim bir daha. 
Ne zaman gitti ki o his?
Loğusalıkta. Ah Türk halkı, beni o zaman tanıyacaktın!
Dizide geçen bir laf var. "Eğer erkekler durduk yere karılarından özür diliyorsa, mutlaka çapkınlık yapmıştır" diye. Bu nasıl bir önyargı?

Çok da haksız sayılmaz. Bence de bir erkek özür dilemez. Hep üste çıkar. Malum, hepsinin egosu tamam. Af dileyecek olsa bile "Özür dilerim" lafını kullanmaz. "Tamam ya, yaptıysam yaptım, n'olucak ki" falan der. Eğer üstüne basa basa özür diliyorsa belki de bir şey vardır.

'BAZEN ERKEK GİBİ DÜŞÜNMEK İSTERDİM'

Kadınların en büyük sorunu da akıllarından geçirdiklerini karşı tarafa anlatmamaları sanırım. Kafasında kurar, yargılar, ceza verir, susar...

Çok yapıyoruz yahu. Esas neden çıkmıyor ağzımızdan. Gerçi bir kadın ne kadar anlatabilir ki? Alakasız konularda çok fazla konuşabilir ama asıl mevzuya giremez. Dolandırır. Kafamız böyle işliyor. Zaten o yüzden anlaşılamıyoruz ya. Erkeklerdeyse tam tersi. "Mesele nedir, ne oldu tam olarak" diye direk sorarlar. 
Öyle olmak ister miydiniz?
Evet aslında. Bazen erkek gibi düşünmek isterdim. Hayat daha kolay olurdu. 
Sette, çocukla çalışmak nasıl?

Bu çocuk çok sempatik. İsrailli bir oyuncu koçu var. İki bebeğimizi de o seçti. Anlıyor bu işten. Çocukların nelerden hoşlandığını biliyor. Kırmızı bir şey sallıyor, bebek gülüyor mesela. Nasıl korkar, nasıl ağlar... Gerçi biz hiç ağlatmıyoruz. Dikkat et, o sahnelerde bebeğin arkası dönüktür hep. Ağlama sesi koyuyoruz. Yeme-içme, uyku saatlerine de çok dikkat ediyor. O yüzden şanslıyız diyeceğim ama aslında şans değil bu. Doğru adamı doğru yere koyarsan işler böyle tıkırında yürür. Bu kadar basit. 

'ALABORA HAKSIZLIĞA UĞRADI'


Şu sıralar aklınıza takılan mesele ne?

Mehmet Ali Alabora'yı çok düşünüyorum. Çok da sevdiğim biri. Büyük haksızlığa uğradı. Ona tüm bu yapılanlar çok saçma geliyor. Gerçekten anlamıyorum. 
"Sanatçının politik bir duruşu olmak zorundadır" görüşüne katılıyor musunuz?
Öyle de düşünmüyorum, öteki türlü de düşünmüyorum. Neyi kafaya taktığına bağlı. Ben mesela özellikle sinema filmi yaparken asla gazete okumam, televizyon izlemem. Çünkü bölünüyorum. Konsantrasyonum dağılıyor. Ama boşsan ne olup ne bitiyor diye gündeme bakıyorsun tabii. Takip etmeden de duramıyorum açıkçası. Özellikle bu dönem olaylar çok sıcak. 
Türkiye'deki sayılı oyunculardan biri olarak daha çok sinema filmi yapmanız gerekmiyor mu?

Her şey istediğin gibi olmuyor ki. Seçici olmaya çalışıyorum. Hem benim hem seyircinin zevk alabileceği bir iş olmalı. Yoksa tembellik ettiğimden değil. 
Artık başrol olmak kolaylaştı mı dersiniz? Bir sürü dizi, dolayısıyla bir sürü esas kız esas oğlan...

 Bak mesela bunu anlamıyorum. izliyorum da bazen. Bu onlara verilmiş bir lütuf değilmiş gibi hareket ediyorlar. Umurlarında değil. "Biz zaten buralara gelecektik" gibi bir mantığa bürünüyorlar. Sonra devamı gelmiyor. Yazık bu çocuklara! Şunu öğrenmeleri lazım: Bir kere kalıcı olmak istiyorsan mecburen çalışacaksın. Yaptığın işe saygın olsun, onu en iyi şekilde yapmak için uğraş. Postürün mü bozuk, git dans dersi al. diksiyonun kötüyse düzelt... Algıların devamlı açık olsun. Yoksa cepten yersin. O da ne kadar yeter ki sana, yedin bitti. 
Siz neler yapıyorsunuz mesela?
Ne gerekiyorsa. Oyuncu koçu da tutabilirim. Vicdan filmindeki ufak bir sahne için Nesrin Topkapı'dan dans dersi almışlığım da var. Belli aralıklarla gidip şan dersi de alıyorum.

'TRANS BİR KADINI OYNAMAK İSTİYORUM'"Ama ben Nurgül Yeşilçay'ım. Hep muhteşem projelerde yer almalıyım" gibi bir gerginlik sanırım yok sizde. 

Ta İkinci Bahar döneminde "Canım ne istiyorsa onu yapacağım" dedim kendi kendime. Projelere bakıyorum; zevk alacağım bir şey varsa dahil oluyorum. Bazen peşinden koştuğum işler de oluyor. O role kilitleniyor kafam. İlle oynamak istiyorum. 
Şu an var mı böylebir ş
ey?
Var aslında. Sırbistan'da bir film festivalinde jüri üyesiydim. Bir filme bayıldım. Haklarını satın almaya çalışıyorum şu an. O yüzden filmin ismini isteme! 
Ne çekti sizi orada?
Trans bir kadın vardı. Oynaması o kadar zevkli olur ki. Çünkü apayrı.
Sadece trans olması etkilememiştir. Bu yeni bir şey değil ki?
Şimdiye kadar hiç böyle işlenmemişti ama. Kadın temizlikçi. Bir adama aşık oluyor. Adam da ona ilgi duymaya başlıyor. Aşk var, komedi var... Çok güzel. Hatta filmin hem oyunculuğunu hem yönetmenliğini yapmak istiyorum. Ki yönetmenlik hiç arzum olan bir şey değil. Ama başka birinin eline versem kendi yorumunu katmak isteyebilir. Oysa bu filme dokunmaya bile gerek yok. 

'SAĞOLUN, DİKKATE ALACAĞIM'Etrafınızda koca bir ekip var. Menajer, basın danışmanı, saç - makyajı da katalım hatta... Herkesin ne yapmanız gerektiğini söylemesi sizi yormuyor mu?

Alışıyorsun. Çok büyük bir karmaşa da yok. Toplantı yapıyoruz, ortak bir kararla hareket ediliyor. Sokakta farklı tabii; biri geliyor yanına "Dizinize bayılıyorum" diyor, teşekkür ediyorsun. Diğeri "Keşke öteki diziniz gibi olsaydı" diyor. "Sağolun, dikkate alacağım" diye cevap veriyorsun ona da. Dışarıdan nasıl algılanıyor bilmiyorum ama bir işe kalkışmadan önce zaten bin kere oturup düşünmüş oluyoruz. Bir de zaten başıma gelecekleri önceden bilen bir insan olarak... 
Nasıl oluyor o?

Ben hep biliyorum, sen bilmez misin?
Yoo. 
Bir işe başladığınızda neler olacağını, biriyle ilişkinin nasıl gideceğini, ileride başına neler geleceğini.... 
Nasıl bilebilirim? Çok zor.

Sana bir şey söyleyeyim mi; yemin ederim ben başıma gelen her şeyi önceden biliyorum. 
İçinize mi doğmuyor?
Hayır. Zaten 6. hissi sıfır bir insanım. "Fal bak" de, hiç yapamam. Ama biliyorum işte. Verileri hesaplıyorum belki. Kendini iyi tanımakla da alakalı olabilir. 
5 sene sonrasını da biliyor musunuz?
Biliyorum tabii. Ama söylemem. Hatta belki de o yüzden hiçbir şeyi kafama takmıyorum. Olacağı belli çünkü. 
Peki kötü bir şeyse neden değiştirmeye kalkmıyorsunuz?
"Daha çok iyi şeyleri biliyorum" diyeyim. Aslında kötüyü de biliyorsun ya! Hem de o kadar iyi biliyorsun ki. Ama şartlar farklı davranmana izin vermiyor. O anda sana iyi gelen neyse onu yapıyorsun. Birinin iyi bir arkadaş olamayacağını bile bile onunla görüşmeye devam edersin mesela. Çünkü öbür türlü yalnız kalacaksın, istemezsin. Ama bir gün elbet biteceğinin farkındasındır. Mühim olan kendine dürüst olmak. "Ben bunu niye yapıyorum"un cevabını açık açık itiraf edebildikten sonra bir sorun yok bence. 
Evet de sizdeki hakikaten ilginç bir durum. "Çocuğumu şu yaşta doğuracağım" da demiş miydiniz?

Vallahi demiştim. Biliyor musun; bana da herkes aslında biliyor ama bilmeze yatıyor gibi gelir. 
Nasıl yani?
Belki başka türlü olur diye oyalıyorsun kendini. 

'SEN NURGÜL YEŞİLÇAY'IN OĞLU DEĞİLSİN'

Osman Nejat'dan bahsedelim mi biraz?

Ben öyle ünlü çocuklar hakkında, ileride ne olacak, başlarına neler gelecek gibi "sorunsal"ları kabul etmiyorum. Bir kere en önemlisi, çok iyi biri olacak bence. Bir de çok "cool" bir çocuk. Ün, şöhret falan umurunda değil. Hatta arkadaşları "Sen Nurgül Yeşilçay'ın oğlu değilsin" diyorlarmış. "Sen ne diyorsun oğlum" diyorum. "Ne diyeyim anne ya" deyip geçiyor. Çok gülüyorum. 
Gün geçtikçe büyüyor. Ona baktıkça geleceğine dair endişeleniyor musunuz?
Yoo. Her yer çok karışık. Pek çok yerde ekonomik kriz patladı. Brezilya'nın, Mısır'ın, Yunanistan'ın durumu ortada. O yüzden çocuğum özellikle bu topraklarda büyüyor diye de çok kaygılı değilim açıkçası. Dünya böyle. Yapacak hiçbir şey yok. O da kendi kaderi neyse onu yaşayacak
Ona verdiğiniz en büyük öğüt ne?
Hiç yalan söylememesi. Ve söylemiyor. İnşallah böyle devam eder. Çünkü o zaman her şeyi beraber daha kolay çözeriz. Yeter ki ben bileyim. 
Pek çok kadın çocuk doğurduktan sonra varoluş amacını tamamlamış gibi; artık bir koca yokluğunu pek hissetmiyor. Çocuk yetiyor onlara...
Yok ya. Bence kadın yalnız kalmamalı. Çünkü o zaman çocuğa çok şey yüklüyorsun. Bir sevgilinin vermesi gereken şeyleri çocuktan talep etmeye başlıyorsun; fazla ilgi ya da devamlı çocukla yatıp kalkma gibi... Fazla üstüne düşmek oluyor bu. Kadın kendi hayatını yaşamalı. Çocuktan asla kopmadan tabii. Onu mutlu eden aktiviteler yapmalı, işine devam etmeli, yine mutlu olduğu biriyle beraber olmalı... Çünkü çocuk da sizin mutluluğunuzu istiyor zaten. "Ben senin için sevgili bile yapmadım, işimi bıraktım" gibi baskıcı bir tutum sergilemek çok yanlış. Haydi ben ayrıldığım için evlilik sonrasını konuşabiliyorum. Ama ayrılmayanlar için de bu böyle. Hayatı dengelemek lazım. Çocuğunun yanında kocana da ilgi göstereceksin. İşini, eşini hoş tutacaksın, bu kadar. 

'19 yaşında bir çocuk pisi pisine ölse...'Ali İsmail Korkmaz'ın ardından "Eğer oğlum hayata bu şekilde veda etseydi elime silahı alır tek tek vururdum hepsini. Allah annelere sabır versin" dediniz. Ne gibi tepkiler aldınız?Sert tepkiler de geldi. Ama hiç umurumda değil. Dünyanın neresinde 19 yaşında bir çocuk pisi pisine ölse; dini, dili, ırkı fark etmiyor benim için. Yüreğim acıyor. Bir anne olarak da annelerine sabır dilemek benim görevim. Bunu gerçekten hissederek söylüyorum. Allah sabır versin. Annelerine baş sağlığı dilediğim için de kimseden özür dileyecek değilim.

'Hayatımızı satıyoruz'

"Eğer ünlü bir oyuncuysam hayatım tabii ki mercek altına alınacak. Allah aşkına sen Ajda Pekkan'ın bu kadar güzel olmasından, sahneye böyle yakışmasından etkilenmiyor musun? Ben etkileniyorum. İnşallah o yaşta öyle olurum. Ve şunun da farkındayım; biz sadece oyunculuk yapmıyoruz. Hayatımızı satıyoruz. Görüşlerimizden bakış açımıza, saç kesimimize, giyim kuşamımıza kadar her şeyi... Belki bu insanlara çok dramatik gelebilir ama hayır, çok gerçek olan bir şeyi söylüyorum. Sezen Aksu saç kestirirdi, ablamlar aynı saçla dolaşırdı. Ya da dediğim gibi, Ajda Pekkan'ın formunu bayıla bayıla konuşuyorsam demek ki birileri de beni konuşuyor. İnsanları etkileme gücüm var demek ki. Dolayısıyla etrafta ne olup ne bittiğine, ne yaptığına biraz dikkat edeceksin. En azından kendini yanlış tanıtmamaya bakacaksın. Yoksa sen doğru anlat, onlar yanlış anlıyorsa yapacak bir şey yok."


http://www.haberturk.com/yasam/haber/866280-hayatimizi-satiyoruz