Queen of the Palace – Turkish actress Nurgul Yesilcay smolders for the December cover shoot of GQ Turkey. Photographed by Gianluca Fontana in Istanbul’s Ciragan Palace Kempinski, the brunette sports fetish-inspired looks and lingerie complete with leather harnesses styled by fashion editor Gunes Guner Isik. For beauty, hair stylist Ibrahim Zengin creates tousled tresses while makeup artist Ufuk Celep gives Nurgul a smokey eye. /Manicure by Pinar, Production by Ahmed Cayli and WIB London
Ayakları yere basan bir uçuk, oksimoronun Türkçe sözlükte karşılığı
olsa, tam oraya vesikalık fotoğrafı yapıştırılası insan Nurgül Yeşilçay
"Bilinçli şuuarsuzluğun" derinliğinden bildiriyor. Ünlü oyuncu ile GQ
Türkiye için Ebru Çapa görüştü.Çırağan Oteli'nin Saraylar Bölgesi'ndeyiz. Grandiyöz lobideki şatafatlı
koltuklardan birine, üzerinde bornozla çökmüş Nurgül Yeşilçay, bacak
bacak üstüne atmış, ayağındaki havlu terliği sallayarak, çekim için
ışığın kurulmasını bekliyor. Bütün gün böyle geçecek: Çekim için giyip çıkardığı danteldi, deriydi,
lateksti; iç giyim ünitesinden (!) hallice kıyafet ve aksesuvarların
üzerine geçirdiği bornozuyla,Çırağan Sarayı'nda bir aşağı, bir yukarı
dolanmakla... Yeşilçay, çok iyi bir oyuncu. Köy evinde de, tek göz gecekonduda da,
asmalı-asmasız bilumum konakta da, sarayda da... Her neredeyse, tüm
aidiyetiyle: Orada. Ha, tercih kullanmak gerekirse saray ortamı,
dimağının tadına daha layık; ayrı... "Seviyorum şaşaayı" diyor: "Artist olmasaydım büyük ihtimal otrişlerle
dolaşırdım. Artist olduğumdan kendimi saklamam gerekiyor maalesef!
Sinemanın da şenlikli bir şey olması gerektiğine inanıyorum ben,
karnaval olduğuna. Fellini'ye falan bayılıyorum.O sümükleri akan, sıfır makyaj gerçekçi sinema halinden sıkıldım galiba.
Müzikallere ölürüm mesela. Yedi Kocalı Hürmüz'ü de öyle bulmuştum
zaten. Sinema büyülü bir şey olmalı, anti gerçekçi...Kusturica'nın Underground'da yaptığı gibi,savaşı adamın birinin kıçına
çiçek sokarak anlatsın bana sinema,kıçı kıç olarak görmek istemiyorum.Büyük olsun her şey:Kostümler, makyajlar, el kol hareketleri..."O dört ayağı yere basan bir uçuk. Çekim bittikten sonra anlatmaya,
uzanıp çocukluğundan başlıyor. Her ikisi de ilkokul öğretmeni ve bugün
her ikisi de rahmetli olan anne ve babası Bolu'da tanıştıklarında, yine
her ikisi de evlive her ikisinin de ikişer çocuğu var. Aşk ferman dinlemeyince, ikisi de birer çocuklarını alıp oradan
göçüyorlar. Arkada bıraktıkları çocuklarını bir daha görebilmek, ne
annesine ne de eski eşi intihar eden babasına nasip oluyor.Böylesi bedelleri göze almış bir aşkın mahsulü olarak dünyaya geliyor Nurgül Yeşilçay ve iki yaş küçük erkek kardeşi...
7 YAŞINDA YUKARIDAKİYLE BİR ANLAŞMA YAPTIM
Afyon'da doğup İzmir'de, dört
çocuklu memur bir ailede, uslu bir kız çocuğu olarak büyüyor: "Hiç dayak
yemedim, hiç azar işitmedim, gerçi gerektirecek bir şey de yapmadım.Dört yaşındayken dört işlem, okuma yazma, her boku biliyordum.
Ablalarım öğretti, onlarla oynaya oynaya yani. Her yıl okula gidip
ağlıyordum, beni de alın diye, almıyorlardı. Sonunda aldıklarında
birinci sınıfı okumadan ikiye geçtim."Yedi yaşındayken, minicik
boyunu aşan bir karar alıyor: "İnsanlar hayatta fazla zorlanıyor, ben
öyle olmayacağım!" Vakitsiz bir "uyanma" hali ki dün gibi hatırlıyor. Okulda teneffüs vakti, tesadüfen okulun sokağından geçen annesini gördüğü ama farklı bir gözle gördüğü gün:"Baktım, omuzları çökük, başka bir kadın, hiç anneme benzemiyor.
Memursun, bir çocuğun derdi bitiyor, öbürününki başlıyor. Devamlı hayat
gailesi, devamlı bir şey... O kadar üzüldüm ki anneme o an, o zaman
yukarıdakiyle anlaşma yaptığımı biliyorum."
TİYATROCU BİR OĞLANA AKLI KAYINCA
Oyuncu
olmak, o sırada yaptığı anlaşma dahilinde bir şey değil ama. Oyunculuk
aklının ucundan bile geçmiyor o sırada. İlkokulda resim ödülleri almış,
devamlı bir şeyler çizen bir çocuk olduğu için kendi de dahil herkes
ressam olacağını sanıyor.Öyle hemencecik geçen bir heves de değil bu. Lisede okurken bir ressamın yanına çırak yazılıyor.Serigrafi yapıp, natürmort çizip, model olup poz verip, fırça seçip,
tuval hazırlayıp, bakkala gidip ustasının rakısını alıyor. Gel gör ki
üniversiteye yakın, tiyatrocu bir oğlana aklı kayınca, sırf ona
yaransın, oturup konuşacak iki çift lafları olsun diye, tiyatro okumaya
karar veriyor.Eskişehir Anadolu Üniversitesi Tiyatro Bölümü'ne
girdikten sonra çocuğu hatırlamıyor bile: "Tiyatro bölümüne girdiğimde
hiçbir bilincim yoktu. Stanislavski kimdir bilmezdim, hiç oyun moyun
okumamıştım, aman aman tiyatroya da gitmiyordum.Sinema
oyunculuğu bölümü olsaydı, ona gidebilirdim. Hiçbir zaman tiyatro
oyuncusu olmayı istemedim. Tiyatronun üstün sanat olduğuna falan da
inanmıyorum."
TÜRKAN ŞORAY BAŞTA BANA GICIK OLMUŞ
Eskişehir'de üniversite okuduğu dönem, İstanbul'da çalışmaya başlıyor.
Çalışmak derken: "İkinci Bahar"... Bugün TV klasiği olarak addedilen,
Uğur Yücel yönetmenliğindeki Yavuz Turgul projesi. Başrollerde Şener
Şen, Türkan Şoray ve ötesi de akıllara ziyan bir kadro."Türkan
Şoray başta bana gıcık olmuş" diye hatırlıyor gülerek: "Uğur Yücel'in
Yeşil Kabare'sinde okuma provasındayız. Ben orada bir öğrenciyim, bir de
patavatsızım ya, iyi bir şey diyeyim derken kötü bir şey söyleyip
batmamak için kısa kısa cevaplar veriyorum.Ezik görünmeyeyim
diye aşırı da cool davranıyorum, çok eziğim çünkü! Tamamen korkudan,
böyle gayet arabesk düşünürken, kibir gibi algılanmış o. Tanıdıktan
sonra çok sevdik birbirimizi ama başta ne bu kızın hali diye hiç
anlamamış. Benim için çok zordu.Çok hızlı gelişti her şey.
'İkinci Bahar' bittikten sonra, bütün projeleri reddedip okulu bitirdim.
Okul bitince 'Şellale' filmini yaptım, İzmir'e gittim. Nasılsa gerisi
gelir zannediyorum, tık yok."Tam paniğe kapılacakken, Abdullah
Oğuz'dan aldığı teklifle '90-60-90' dizisinin kadrosuna katılıyor.
Reytingden yana nasipsiz dizi, kısa sürede yayından kalkıyor. Olanda
hayır var. Ardından gelen 'Asmalı Konak', Nurgül Yeşilçay'ı başka bir
sıklete değil, ayrı bir boyuta taşıyor.
BENİM PSİKOLOGLARLA ARAM PEK HOŞ DEĞİL
80 share'lik bir fenomenden
bahsediyoruz; dizinin çekildiği Kapadokya'ya şehir dışından gelen
seyircilerin, setin kurulu olduğu konağın merdiven korkuluklarına
yatırmışçasına dilek çaputları bağladığı, garip ötesi bir halden:"Asmalı Konak döneminde bir ara hepimizin şakulü şaştı. Bir psikoloğa
gideyim, madem böyle bir dönem yaşıyorum, bunu sağlıklı atlatmak
istiyorum dedim.O zaman anladım ki benim psikologlarla aram hoş
değil. Adam bana yerdeki halıyı soruyor: Halıya bak, geriye git, geriye
git... Öyle olunca ben başladım adama oynamaya: Babam eve halı almıştı,
sonra annemi dövmüştü falan deyip salya sümük ağlıyorum.Ağlayasım varmış, kendime bahane buluyorum. Ne yaparsam yapayım, adamı
tatmin edemedim. Sonra çıkınca, bu ne ya dedim, ben kendi kendimi tedavi
ederim... Ama o dönem korktum gerçekten kendimden.Öngörü
olarak korkuyorsun çünkü setten parmağını çıkarıyorsun, millet çığlık
çığlığa, Michael Jackson'ız sanki. Kendini bir halt sanıyorsun. Dizi
bittikten üç ay sonra unutulunca geçti tabii."
ASLINDA ÖLÜMCÜL HATALAR DA YAPTIM
Öylesi bir dönemde, ayrı türden bir
fenomen olan, Türk sinema tarihinde adı "Dünyayı Kurtaran Adam" gibi
filmlerle birlikte anılan "Mumya Firarda"yı çekiyor: "Düşününce, aslında
ölümcül hatalar da yaptım yani.Ama hepsine salakça inandığım
için, yaptığım her işi de çok sevdim. Ondan sonra 'Eğreti Gelin' tabii
çok önemliydi benim için. Atıf Yılmaz'la tanışınca sinema yönetmeni
neymiş, anladım. Ben yönetmen seven bir oyuncuyum.Fatih Akın'ı
(Yaşamın Kıyısında), Barış Pirhasan'ı (Adem'in Trenleri), Erden Kıral'ı
(Vicdan), Ezel Akay'ı (Yedi Kocalı Hürmüz) hep çok sevdim."Bunların üzerine pırlanta gibi bir sinema ve elmas mı demeli, bir dizi
tarihçesi var. Son dizisi 'Sultan', reyting alamadığı için yayından
kalktı gerçi. Vahşiden öte vulgar bir manzara arz ediyor televizyon hali
şimdi."Çünkü internetin de işin içine girmesiyle birlikte
reklam pastası bölünüyor" diyor: "Asmalı Konak'ın popüler olduğu dönemde
80 share almıştık biz.Öyle bir şey yok artık. En iyi dizide de
yok. Çünkü artık insanlar internetten de izliyor, durdurup ertesi gün
de izliyor, kaydedip de izliyor. Onu dahil edecek bir sistemin içine
girmek zorundalar. Bakmak lazım yani, ne oluyor, ne bitiyor diye."
BENDE SAFTİRİK BİR TARAF VARDIR
Ne olacak peki? "Bende bir saftirik taraf vardır" diyor. Kaderci bir
insan: "Bazen fazla iyimser oluyorum, iş konusunda da, bir insan
konusunda da.Ama şuna da inanıyorum, bence başına gelecek her
şeyi zaten biliyorsun. Zorluyorsun, zorluyorsun, sonra da başına
geliyor. Birisinden sana zarar geleceğini biliyorsun mesela, bile bile
lades diyorsun.Ya bir boşluğunu dolduruyordur o sırada, ya onda
huzur buluyorsundur. Bazen yalnızsındır, o sırada iyi geliyordur ama
biliyorsundur ileride ondan kazık yiyeceğini. Aslında bu da bir
alışveriş, çok da acı bir şey değil yani.Bir yandan da
düşünüyorum, gözlemden yana cebimi doldurmaya mı çalışıyorum, herkesle
çıkar ilişkisi mi yaşıyorum diye... Bazı insanları sırf enteresan olduğu
için sevebiliyorum. Karakter seviyorum ben, gerçek marjinalleri çok
seviyorum.Ama öyle aman da saçımı maviye boyadım diye kendini
enteresan zannedenleri değil. Hakikaten rüzgara karşı duranlara büyük
ilgim var. Böyle roller oynamayı da çok seviyorum, belki bana daha yakın
bulduğum için. Mıymıy tipleri oynamaktan zevk almıyorum." Allah
mıylatmasın...
BEN TEŞHİSİ KONMAMIŞ OBSESİF KOMPÜLSİFİM
Nurgül Yeşilçay, çekim boyunca ne isteniyorsa, kasım ayazında iç
çamaşırıyla pencere pervazına tırmanmak dahil, ikiletmeden, mükemmel bir
beceriyle yapıyor, sonra da kendiyle dalga geçiyor:
"Ben
teşhisi konulmuş obsesif kompülsifim, işime yansıtıyorum bunu Allah'tan.
Eğer böyle değerlendiremeseydim, hayatta işim daha zor olabilirdi. Bana
bir sorumluluk ver, dön arkanı git. Başka türlüsünü beceremiyorum."